KADIKÖYLÜ

Kadıköy’de sürtmek yıllar boyu........

Ailemde nüfus kağıdında “doğum yeri” İstanbul ( ! ilçeler değil-merkez !) olan tek birey olmama rağmen ben İstanbul’da büyümedim, bu kente yeniden dönüşüm üniversiteye başladığım 1985 yılına isabet eder. 1985'te geldim ve Kadıköy’lü oldum. Yol iz bilmediğim zamanlardır bu yıllar, şimdi okula gitmek için izlediğim güzergahı düşündükçe ne denli eziyet çekmiş olduğumu saptayarak komik bir hüzünle doluyor gözlerim. Gerçi Beşiktaş-Kadıköy vapur seferlerinin 1988 yılında devreye alındığı gün bayram etmiş, okuluma (Maslak) gidişim büyük ölçüde rahatladığı o gün iskeleden boğazın sularına bakarak ağlamış, toprağı ise öpmüştüm.

İşte o günlerden bugüne gelen süreçte Ben her hafta Kadıköy’de mutlaka kendime bir tur çemberi belirler ve mutlaka bu çemberi tamamlarım. Herşeyin değiştiği, inşaatların yiyip yuttuğu, gökdelenlerin yükseldiği İstanbul’da en az bozunmayı yaşayan yerlerden biridir Kadıköy ve tarihi çarşısı; Maslak ki ben okuluma başladığım yıllarda kışın kurtların indiği bir yer iken şimdi Manhattan(cık) gibi bir hale gelerek nefes alınmayan ucube bir ziyan olmuşluğa dönüşmüşken, Kadıköy çarşısı, hala benim arkadan tek örgü belime uzattığım saçlarımla salındığım o köylü halini koruyor(du). Yürürken eteklerim tozları süpürürken ben zamanda yolculuğuma çıkıyorum her hafta!

Örneğin; yaşıtlarım da, şimdiki gençler de çok iyi bilirler ki Akdeniz Cafe... ben 18 yaşımı doldurduğum andan itibaren arkadaşlarımla tek bira eşliğinde ne güzel zamanlar geçirdim. Akdeniz Cafe birazcık modernleşmesine rağmen hala öğrenci naifliği ile Mühürdar Caddesi’nde mis gibi hayatına devam ediyor.

Çarşıdaki balıkçılar; onlara eşlik eden minik manavlar (roka, tere, turp), az ilerisinde şarküteriler; Özcan Turşucusu ki her zaman yarım kilo lahana turşusunu alıp eve taşırdım öğrenciyken. Evet turşu, peynir, zeytin hep oradan alınırdı tarafımdan. Sonra doğrudan aşağıya kıvrılıp Beyaz Fırının o zaman ki ilk ve tek adresinden minik ekmekler, sandviçler, ponçikler ya da Selanik gevreklerinden bir torba yapar haftalık abur cuburumu toparlardım. Bu adrese daha sonra Petek Unlu Mamuller de eklendi. Sanırım yaş ilerlediğinden rağbet etmiyorum bu hamur işlerine ama onlar yine aynen yerlerinde duruyorlar, senede iki kere de olsa eski alışkanlığımı tekrarlıyorum.

Şekerci Cafer Erol’a uğramadan geçmek büyük uğursuzluk olacağından o hafta sınavlarımın iyi geçmesini istiyorsam, fıstıklı lokumlardan ve mümkünse susamlı akide şekerinden 250 şer gramlık paketlerimi alırdım. Bugün de aynen devam ediyorum, son günlerde tarçınlı akidelere dadandım, durum vahim. 1,5 YTL ye bir hafta ağzınızdan bal damlıyor.

Ve Mercan, ah Mercan... hem öğrenciyken, hem çalışırken, hem de bugün hala uğradığım, ayaküstü veya oturarak, mutlaka kokoreç, midye tava ve midye dolma yediğim o yer. Sen en sıradan zamanlarda olduğu kadar özel kutlamalarımızda da eksiksiz bize hizmetini vermiş muhteşem yersin. Yalnız nedense ilk birada bardağın daha yarısına gelmişken niye çakırkeyif olur insanlar onu hala çözemedim.

Baylan! Kadıköy’e adımını atıp da Baylan’da profetorol ve peşmelba yemediyseniz yaşamıyorsunuz demektir. İçeriye girdiğiniz anda zamanda daha da eskiye bir yolculuk yapıp, kendinizi 50.li yılların zarif kadınları ya da fötrlü beyefendileri gibi hissedebileceğiniz en güzel köşedir Kadıköy’de, tam da Hacıbekir’in karşısında, Cafer Erol’a ihanet etmek istediğiniz günlerde lokumları buradan alabilirsiniz. Açıkçası ben iri gövdeli bir hatun olduğumdan hep bu tarihi ve masif ahşaptan menkul yerlerde kendimi çok narin hissetmişimdir. Bahariye'deki İnci Pastanesi'ni unutmamak lazım, hala 1950.lerdeki pastaneler gibi.

Yanya’lı Fehmi öğrencilik zamanlarımdan sonra, biraz daha büyüyüp olgunlaştığım dönemlerin lokantası. Orası Avrupa yakasında oturan ve burnundan kıl aldırmayan arkadaşlarımı mutlaka bir kere götürmeyi başardığım tarihi yer. Gidip zeytinyağlılarını yemek her zaman zevk olmuştur bana.

ÇİYA; ki bu daha yeni dönemlere denk gelir, en hasından Anadolu yemeklerinin ilk temsilcisi. Yine kilisenin köşesinde korsan CD.cilerimiz, vallahi de billahi de Türkiye’de korsanın en son kalktığı yerdir orası! İstanbul’un her yerinden oraya korsan CD, kitap almaya gelirdi bir dönem herkes.

Kadıköy Çarşısının içindeki bu sert değişimlerden uzak atmosferi yukarılarda aramak yine bize düşmektedir. Ben hala filmleri Süreyya’da veya REXX de izlemeyi tercih ederim ama Süreyya Sineması tadilatta, açıkçası pek merak ediyorum bakalım ne çıkacak bu yenileşme harekatından. Kadıköy Halk Eğitim Merkezi, tüm tiyatroların bir anlamda turnelerinin istasyonu olduğundan ben birçok konsere ve oyuna orada gittim; özellikle de Bülent Ortaçgil’i unutmadan yazacağım. Yollarda zahmet çekmeden mis gibi izledim, dinledim hepsini. Son yıllarda ise Haluk Bilginer’in tüm oyunlarını asla kaçırmadan Oyun Atölyesi’nde izliyorum, Moda Caddesindeki bu apartmandan bozma tiyatro, açıldığı zaman hayatımıza isabet eden en iyi yenilerden olmasına rağmen, umarım gelecek nesiller için tarihi bir anıta dönüşecektir. Binlerce kere teşekkürler Haluk Bilginer.

Yaz kış ayrım yapmadan dondurmalarımı Moda’daki Ali Usta’dan yedim ben Kadıköy’lü olalı beri. Fabrikasyon dondurmaların yurdumuzu işgaline verdiği mücadele, Kurtuluş Savaşından sonra tarihe geçebilecek niteliğe sahip tek savaştır diyebilirim. Arabanın kaloriferini son raddede çalıştırıp da dışarıda kar yağarken yediğimiz yarım kiloluk külahta dondurmalar. Aynen devam ediyoruz Ali Usta aynen.

Kadife Sokak. Lal, Kadife Şale, Karin, Hayal Evi, Cafe&Shop ve diğerleri. Anladınız siz bunu - Barlar sokağı denen yerden söz ediyorum, bazen gündüz oradan geçerken hava aniden kararıp müzik sesleri kulağımda çınlamaya başlayıveriyor. Ne güzel yerlerdiniz siz ve hala güzelsiniz.

Bu güzergahta dolanırken kıvrımlara girerseniz, yani Moda Caddesini kesen tüm sokak aralarına sokarsanız başınızı, küf kokularının dışarıya aktığı antikacıların arasında bulursunuz kendinizi, Ben bu antikacıları ve eski eşya satan yerleri gezmeye ise bayılırım Kadıköy’lü olalı beri. Ve kimbilir o eşyalar kaçıncı kuşağın eline geçti ben oralarda gezeli beri.

Kısacası dostlar bu şehri hemen terk edeceğim ama Kalkedon beni böyle bağlıyor işte, tek korkum bu turları çok özleyecek, hasretine dayanamayacak olmam. Geçmişi, gidenleri, kaybettiklerimi burada anımsıyor ve mutlu oluyorum ben, onlarla bu turlarımda buluşuyor ve hasret gideriyorum. Köylü olmak böyle olsa gerek, Kadıköylü olmak, Kadıköylü sürtmek -  böyle olsa gerek...

2019 yılına geldiğimizde bazı düzeltmeler gerekiyor. Süreyya Sineması tadilatı bitti, enfes bir salon oldu, Opera ve Bale temsilleri veriliyor, şahane. Şevket Çoruh, BabaSahne diye bir mekan yaptı, hayatını adadı, muhteşem bir salon daha kazandık. 18 tiyatro var, yılda 100-110 oyun izleme olanağımız var, yetişemiyoruz. Sokaklarda gençler konserler veriyor, bazen dinlemek uğruna evime geç kaldığım oluyor. İşin tuhafı benim 20 yaşındayken dinlediğim şarkıları dinliyor ve çalıyorlar. Bu da zamansızlığın diğer hali.
Kötü şeyler yok mu ? VAR... Kadıköy yine buranın modern halkının zaafları kullanılarak berbat bir hale geldi, Sağlık Ocağı'nın bitişiği birahane, daha doğrusu batakhane... 5 yıl öncesine kadar ailelerin yaşadığı altı bakkal, tüp bayii, nalbur, hediyelik eşya mağazası sahaf döşemeci, kumaşçı olan binalar malesef ALKOLİZM'e yenik düştü, o minicik dükkanlar bar oldu, üst katlarında oturanlar ise kaçtı. Bütün bunları da oy vermek için çırpındığımız partilerin belediyeleri yaptı. Tüm şikayet ve önerilere ise kulakları tıkalı.