17 Kasım 2016 Perşembe

Obedos (13 ocak 2006)


Portekiz’e gelmeden önce tatilimle ilgili rotamı paylaştığım arkadaşlarımdan aldığım öğüt “mutlaka yakın civarlardaki kasabaları gezmelisin” şeklindeydi... ve dördüncü günü bitirdiğimiz halde hala adı sıkça telaffuz edilen Obedos’a zaman ayıramamış olmanın sıkıntısı hafiften yüreğimi daraltmaya başlamıştı... daha sırada Estoril, Cascais vardı ki biz daha ilk sıradakini bile halledememiştik...

Sağda solda referans aldığımız insanlar bize otobüsle 1,5 saatlik bir yer olduğunu söylemiş olduğundan ve Turizm İnformasyon ofisinden de terminal ve saatler konusunda bilgiyi aldıktan sonra rahat bir şekilde son günümüzü buraya ayırmaya karar verdik (o günün Cumartesi olduğunu hiç hesaba katmamışız)... sabah terminale gittik ve Cumartesi olması sebebiyle otobüslerin olmadığını ancak trenle gidebileceğimizi söylediler... istasyon ise tam zıt yönde şehrin öbür ucundaydı... işin kötü yanı sahip olduğumuz bu hatalı bilgiyi başkaları ile de paylaşmıştık ve onlar da bizim gibi yanlış yoldaydı... neyse bir dolu zaman kaybederek istasyona ulaştığımızda aktarmalı olarak 2,5 saatte Obedos’a ulaşabileceğimizi öğrenip peşimizden sürüklediğimiz dostlarla da tesadüfen buluşarak biletlerimizi aldık... önce 45 dakika seyahatle Melecas’a gidecek oradan diğer trene binip 1 saat 45 dakika yolculuk yaparak Obedos’a ulaşacaktık... bu arada daha ilk anda 2 saati de kaybetmiştik; güne 2-0 yenik başlamıştık... hepimiz “değer mi acaba” diye bir fikir esir almıştı... hani birisi çıkıp da “boşverin yaaaaa, son günü Lizbon’da yiyip içip alışveriş merkezlerini turlayarak geçirelim” dese hemen kabul görürdü... ama kimse cesaret edemedi!

14 Kasım 2016 Pazartesi

Bir Başrol Olmalı - SİLLE (12-13 kasım 2016)


Avrupa’nın en güzel köyleri, Toskana’da cennet kasabalar, Fransa’da küçük şatolar, Provence bölgesindeki eşsiz yerleşim yerleri, uğruna şarkılar bestelenmiş Positano, Portofino. Durmadan bunları duyuyoruz, sürekli bizlere pazarlanıyorlar, televizyonlarda hep izleyip, seyahat eklerinde bunlarla ilgili yazıları onlarca kez okuyup, imrendiriliyoruz. Aklımızı başımızdan alan en romantik, içimizi gıdıklayan en eğlenceli filmler hep buralarda çekiliyor ve finalde yemin ediyoruz, ilk işim buraya gitmek olacak diye!

Ben ülkemde gezerken, nedense el değmemiş, ağırlıklı olarak harabeye dönmüş, yıpranmış, eskimiş ve aslında pek de bol olan, öte yandan yirmi tanesi bile onarım, restorasyon süreci yaşayamamış, yazık edilmiş küçük yerleşimlerde, kendi filmimin içine düşerim. Perdede orayı cennet gibi yaratır, başrol oyuncusu olarak da mutlu sona koşarım. Pek çok örnek verebilirim bunlara, yıllar önce gittiğim Uçmakdere, bir zamanlar dünyadan haberi olmayan Sığacık, hayran olunası Adatepe; şimdilerde artık herkesin bildiği yerler ve çoktan yükünü tuttu gitti ama yıprandı, o derece hoyratça harcandı. Kısacası filmin sonunu herkesler öğrendi.