Bilmiyorum 5 miydi yoksa 6 mıydı yaşım? Çocuktum, hayal
meyal hatırlıyorum o zamanları, hayaldi belki ama gerçek olan kısmı son derece
belirgin zihnime kayıtlıydı. Bugün o kayıtlardan sahneleri tekrar yaşadım.
Duygusal anlamda olağanüstü bir zaman yolculuğunu gezi tadında nasıl kaleme
dökeceğimi hiç bilemiyorum. Ancak bunu yapmalıyım, bir yer değiştirme, bir
yolculuk nasıl bir gezi olabilir bunu ifade etmeliyim. Bu benim borcum.
Gerek yok biletlere, rezervasyonlara, otellere… önemli olan
tad almak tad alabilmeyi bilmek! Mutluluğun resmini yapmak gibi, mutluluğa
yolculuk etmek. Yaşamda yarım asırı tamamlayınca geçmişim de bugünlerimi
besleyince coştuğumu hissedebiliyorum. Yaşlanmak bu anlamda başımıza gelen en güzel
şey. Seviyorum.
Nereye mi gittim?
Arnavutköy’e!
Bundan 45-46 yıl önce gitmiştik oraya. Özel bir rahatsızlığı
olduğu yeni yeni fark edilemeye başlayan kardeşimi götürmüştük. Robert Kolej’den
söz ediyorum. O yıllarda çok yakın olduğumuz müstesna bir insanın kızkardeşi
okulda pedagog olarak görevliydi ve kardeşimi görmek, durumunu analiz etmek
istemişti. Annem ve babam da kendisinin yönlendirmesiyle hareket etmek için o
zaman oturduğumuz Yarımca’dan İstanbul’a buraya getirmişti O’nu. İşte bu
muazzam doğanın içinde konuşlanmış o güzelim bina ve ilaveleriyle o zaman
tanışmıştım. Bugün bahçeye girdiğim an 45 yıl öncesinin kokusunu duydum. O ulu
ağaçlar, o yapraklar, kıvrım kıvrım
yokuş yollar, minik yapılar ve en sonunda
bütün görkemiyle yeşillikler içinde karşımıza çıkan kolej binası. Dışarıda yirmibeş
milyon olmuş leş gibi, kalabalık, gürültülü bir şehir ama Arnavutköy kapısından
bahçeye girdiğinizde sizi karşılayan papağanlar, dökülmüş yaprakların halı
olduğu nemli yollar, yosunlu ağaçlar, küf kokusu, sessizlik. Öyle keyifli ki! İstanbul’a
mahkum birinin yarım günlük kaçamağı ancak bu kadar güzel olabilir.
Yeniden dönüyorum yıllar öncesine. Bu bahçe benim çocuk
beynime Hansel&Gratel masalını çağrıştırmıştı, o küçük evlerin pastadan
olduğu gibi hislere kapılmış, anaokulunda kardeşimle geçirilen bir günün sonuna
kadar ben biraz bahçede biraz içeride oyuncaklar arasında kendimden geçmiştim.
Bir de unutmadan piyanodan da söz edeyim, müziğe yeteneğim olmadığı da burada
ortaya çıkmıştı. Bugün yürürken hep o anlara döndüm döndüm durdum. İşin en
güzel tarafı; bu gidişimde yeniyıl etkinliğinin olması ve noellere ilişkin
masalsı her şeyin organizasyon alanında bulunmasıydı. İki zaman dilimi bu
atmosferde birleşmişti. Ah Einstein ne muhteşem adamsın sen, “Zaman Görecelidir”
diyorsun ya, hem göreceli hem de üçkağıtçı! Arada bir kendini tekrarlayarak
bizlere oyun oynayabiliyor sanki yeniymiş gibi.
Aralık ayına rağmen ılıman ve aydınlık hava, bir türlü
sararamamış; zorlamayla kendini düşürmüş yapraklar, nem, nemin ürpertisi,
sıcacık bina, mis gibi kurabiyeler, mis kokulu kahveler, kantinde ergenler gibi
dibine vurulmuş sohbet, genç öğrenciler, onların güzel yüzleri, güleç bakışları,
enfes çaylar, bırakmaya kıyamadığımız ortam ve güzel arkadaşlar. İnsan hayatta
başka şey istemez. Dünya turuna çıkarsınız da iki satır yazamazsınız, yarım gün
geçmişle günümüz arasında turlarken kendinizi durduramazsınız. Benim bu
seferlik GEZİ’m böyleydi. Anılarıma da ekleyeceğim bu satırları ama bu bir gezi
yazısıdır, unutmayın. Nereyi mi yazdım? Arnavutköy, Robert Kolej ve ZAMAN’ı